23 Ocak 2008 Çarşamba

MUASSIR MEDENİYETLER SEVİYESİNE ÇIKMAYA ÇALIŞIRKEN

Bizi kötülüklerden korumak konusunda son derece hızlı ve verimli çalışan yargı organlarımızdan Allah razı olsun. YouTube’da yer alan milyonlarca video içinden zararlı olan bir tanesini tespit ettikleri gibi siteyi kapatmışlar jet hızıyla. Ne ala...

İnternette sansürü uygulayan tek ülke biz değiliz tabii. Başka hukuk(!) devletleri de var, bu çok zararlı mecranın kötülüklerine savaş açıp halkının güven içinde uyumasını temin eden. Bir listesini ntvmsnbc’de yayınlamışlar. Çin, Vietnam, İran, Özbekistan, Tunus, Küba, Brezilya, Tunus ve Suudi Arabistan öne çıkanlar. Bu çok gelişmiş ülkelerin arasına Türkiye girmeseydi olmazdı.

Aslında internette zararlı bir siteyi tespit etmek epey meşakkatli bir iş. Birisi rastlayacak da, şikayet edecek de, site kapanacak da. Elin oğlu ülkeyi ortadan ikiye böler o zamana kadar. Peki çözümü yok mu bu işin? Elbette var. Kapatın kardeşim interneti, kesin kabloları, siz de kurtulun, biz de.

18 Ocak 2008 Cuma

Kanlı Bayrak

İlginç bir ülkede yaşıyoruz. Geçtiğimiz günlerde gazetelerde çıkan, parmaklarından akıttıkları kanlarla bayrak yapan lise öğrencileri haberini görmüşsünüzdür. Bir grup aklı evvel bilmem kaç gün boyunca kanlarını akıtarak Türk bayrağı hazırlamışlar. Bunu da hediye olarak Genelkurmay Başkanına göndermişler. Sayın Büyükanıt da konuyu medya ile paylaşmış.

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=292340/Kanli-bayrak-Buyukanit-i-duygulandirdi

Akademisyenler konuya gerektiği gibi yaklaşarak olayın ne kadar vahim olduğunu belirtmişler.

http://www.ntvmsnbc.com/news/432649.asp

Daha sonra halka ve olaylara tercüman olduğunu iddia eden bir gazete durumdan fayda sağlamak amacıyla promosyon olarak kanlı bayrak vermiş.

http://www.ntvmsnbc.com/news/432649.asp

Son olarak da vatan için can vermek isteyenlerin oluşturduğu bir dernek öğrencilere üniversiteye girdikleri zaman burs vermeyi taahhüt etmiş.

http://www.ntvmsnbc.com/news/433175.asp

Bütün bunları alt alta koyunca “Ben nerede yaşıyorum böyle?” diye sormadan edemiyorum. Küçücük çocukların “vatan sevmek”ten anladıkları kanlarını dökmek, belki de ölmek. Bu çocuklar sonra büyüyorlar ve yeni çocukların sırtını sıvazlayıp onların ölme isteklerine arka çıkıyorlar.

Tuhaf bir sevgi anlayışı var yurdum insanlarının. Sevdikçe ölesimiz geliyor. Yaşamayı düşünen yok gibi...

15 Ocak 2008 Salı

Cama Vuran Yağmurun Getirdikleri

Soğuk bir kış gecesi, şiddetli bir yağmur tanelerini camınıza bırakırken, dışarıda değil de evinizin içinde olmanın hissettirdiği duygu güvendir. Aradaki o camın sağlam bir darbeyle tuzla buz olabileceğini içten içe bilirsiniz, ama böyle şeyler olsa olsa ististanır. İstisnaları düşünmek bir an içinizi ürpertse de, sıcak odanızın verdiği tatlı huzuru, tuhaf düşüncelerle kirletmenin manası yoktur. Zaten mutsuz olmak için onlarca sebep bulmak işten bile değildir.

Küçük şeylerden çıkardığınız mutluluklar kadar yaşamış sayılırsınız esasen. Büyük mutluluklar koca ömrünüzde sıkça başınıza gelmeyecektir ne yazık ki. 10 kez büyük bir mutluluk yaşamışsanız şanslısınızdır. Sevdiğiniz kadının size evet demesi, iyi bir okulu kazanmanız, ya da çok şanslıysanız piyangodan sağlam bir ikramiye kapmanız vs vs. Kaç kere başınıza gelebelir ki bu tip şeyler? Az, hem de çok az. Hayatınızı sevdiğiniz işi yaparak kazanmanız ya da sürekli aşık hissetmeniz gibi kalıcı mutluluklar da vardır, ancak bunlar herkesin başına gelebilecek şeyler değildir ne yazık ki. Büyük mutlulukların peşinde koşmak sizi daha da mutsuz edecektir. O yüzden herkes gibi sıradan şeylerden mutluluk çıkarabilmeyi öğrenmelisiniz. Yoksa dünya pek çekilmez bir yer olacaktır sizin için.

Sanırım beklediğiniz şey bu değildi dünyadan. Büyük hayalleriniz vardı. Hayal kurmaya devam edin, hiçbir sakıncası yok. Tabii gerçekleşeceklerine dair inancınızın dozunu ayarlayabilmeniz kaydıyla. Her şey kararında iyidir. Azı da çoğu da zararlıdır nihayetinde. Anneniz mi daha çok derdi bu manaya gelen deyişi yoksa babanız mı? Belki de her ikisi birden. Annenizi de babanızı da sevin, onlara kızmayın. Zira yıllar geçip de ola ki çoluğa çocuğa karışırsanız, aynı cümleleri söylerken yakalayacaksınız kendinizi. Yıllar önce bu cümlelere içten içe ne kadar kızdığınız aklınıza gelmeyecektir muhtemelen. Diyelim ki hafızanız kuvvetli, her şeyi hatırlıyorsunuz. O zaman da “gençlik işte, bizim de kanımız deli akardı bir zamanlar” diyeceksinizdir. Zararı yok, bunu ilk yapan siz değilsiniz ki...


Dünya hep aynı yöne doğru dönmekte.
Yaşanılanlar da aynı, söylenenler de...

9 Ocak 2008 Çarşamba

Obama vs Clinton

Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçimi yaklaşıyor. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar adaylarını belirlemek üzere. Tüm dünya medyası Demokratların içerisindeki adaylık yarışını ilgiyle takip ediyor. Zira yaygın kanı Demokratların ipi göğüsleyeceği. Aynı zamanda Demokrat Parti’nin seçilmesi muhtemel adaylarından biri kadın diğeri ise siyah. İki halde de Birleşik Devletler için bir ilk yaşanacak yani.

Amerika’da vaktiyle epey eziyet çeken siyahlara olan sempatimizden olsa gerek Türk medyası da Barack Obama’ya epey ilgi göstermekte. Ben de Obama’yı Clinton’a göre daha sempatik ve içten bulanlardanım. Hillary Clinton’u görünce nedense aklıma Tansu Çiller geliyor. Erkeklerin egemen olduğu sahalarda erkek gibi gözükerek varolan kadınlardan bir diğeri.

Barack Obama’nın Iowa’daki sürpriz zaferinden sonra New Hampshire eyaletinde yapılan ön seçimi az bir farkla da olsa Hillary Clinton kazandı. Aşağıdaki videolarda sonuçlar açıklandıktan sonra Clinton’un ve Obama’nın yaptığı konuşmaları izleyebilirsiniz. Videoları izleyince kazanan sanki Mrs. Clinton değil de Barack Obama’ymış sanıyorsunuz. Bu tip konuşmaların kitleleri oldukça etkilediğini düşünürsek dünkü seçimin galibinin Obama olduğunu söyleyebiliriz.




Son bir not. Barack Obama’nın Amerikan başkanı seçilmesi durumunda, kendisinin Tayyip Erdoğan ile yapacağı görüşmeleri şimdiden merak ediyorum. Obama ve Erdoğan kanka olursa hiç şaşırmayacağım. Bir yanda ezilen siyahların yeni simgesi, diğer yanda ise Kasımpaşa’nın bıçkın delikanlısı. Güzel fotoğraf doğrusu...

7 Ocak 2008 Pazartesi

Badem

Şu günlerde ikinci albümlerini çıkarmak üzere olan Badem çekirdek kitlesi dışında pek tanınmayan bir grup. Müzik dünyamızın popüler grupları ve şarkıcılarıyla karşılaştırdığımda müzisyenlik ve yaratıcılık açısından genelin çok daha ötesinde olan Badem’in yeni albümüyle hak ettiği başarıyı yakalamasını umuyorum.

Albümlerinin ilk klibi de Kalpsiz isimli parçaya çekilmiş. Özlem Tekin ile düet yaptıkları bu şarkıyı 1 haftadır sıklıkla dinlemekteyim. İlk dinlediğim anda “olmuş bu iş” dedim.



Elbette sadece benim dememle olmuyor, işin içinde tanıtım, organizasyon vs bir çuval iş var. Yine de iyi bir çalışmanın er ya da geç değerini bulacağına inananlardanım. Hele ki internet gibi kulaktan kulağa tanıtımı (ecnebilerin “word of mouth” dedikleri şey, Türkçe’si bu oluyor sanırım) aşırı derecede kolaylaştıran bir iletişim aracı mevcutken.

Albümün kalanını dinlemiş değilim ama Badem’in elinden kötü bir iş çıkacağını zannetmiyorum. Yolları açık olsun...

5 Ocak 2008 Cumartesi

İstanbul’da Olmak

4 ayı aşkın süredir devam etmekte olan Fransa maceram 4 Ocak 2008’in son dakikalarında nihayete erdi. Yeniden İstanbul’da olmak güzel, aynı zamanda tuhaf da..

Sabah annemin hazırladığı sofrada kahvaltı etmek, bildiğim sokaklarda eskisi gibi gezinmek ve daha nice tanıdık manzara..

Bu akşam en çok özlediklerimden birine, İstiklal caddesine uzanacağım. Asmalımescit’te içilen biraların, arkadaşlarla hayat üzerine yapılan anlamsız ve koyu muhabbetlerin tadını çıkarmak istiyorum yeniden.

Ardımda ise yeni yeni alışmaya başladığım bir ülke. Frenk topraklarını özleyip özlemeyeceğimi zaman gösterecek, ama valizime doldurduğum için tuzlu bir ücret ödemek durumunda kaldığım şaraplara bakmak şu an çok keyif veriyor. Şişelerin dibi görününce ne olacak merak ediyorum..