20 Nisan 2008 Pazar

Coca Cola Light’ımı Geri İstiyorum

Malumunuz bir süre önce Coca Cola yeni bir ürün çıkardı Zero ismiyle. İddia’ları normal kolayla aynı tadı sıfır şekerle sunmaktı. Yani light koladaki tatlandırıcı etkisinden hoşlanmayan ama şişe şişe kola tüketince de vücutta gereğinden fazla şeker depolayan bünyeleri hedef alıyordu amcalar. Buraya kadar her şey iyi hoş gözüküyordu. Ta ki yaklaşık 10 gündür oturduğum semtte light kola bulamamaya başlamamla birlikte. Bütün marketleri tek tek gezdim, kuruyemişçiler, bakkallar hepsini arşınladım, dolaplarında kalmış son light kolaları satın aldım, ancak geçtiğimiz gün itibarıyla bütün stoklar tükendi. Raflardaki light kolaların yerini Zero aldı.

Her gün en az bir şişe kola içenlerden değilim, bazen bir ay kola içmediğim de olur, ama bazen de her gün bir iki bardak içesim gelir, favorim anlayacağınız üzere Coca Cola Light’tır. Light’ı ortadan kaldırıp Zero’yu empoze etme operasyonuna hangi sivri zeka karar verdi bilmiyorum ama bu kararından bir an önce dönmezse oturduğu koltuğu altından kısa sürede çeker Amerika’daki amcalar. Zira gözlemlediğim kadarıyla birçok tüketici bu durumdan şikayetçi. Sürekli alış veriş yaptığım markete “Light kola gelmiyor mu artık?” diye sorduğumda, önce “Abi Zero var , aynısı sadece adı değişti” cevabını aldım. Biraz üsteleyince “Biz de sipariş verdik abi zaten, light istedik, müşteriler de şikayetçi, almıyorlar Zero’yu” şeklinde bir itirafta bulundu görevli çocuk. Almazlar tabii, sen millete kola diye asiti kaçmış tuhaf bir içecek içirmeye kalkarsan, “Pepsi’nin light’i nasıldı ki ola ?” diye sormaya da başlarlar yakın gelecekte.

Uzun lafın kısası Coca Cola Light’ımı geri istiyorum efendim. Yetkili mercilere duyrulur...

16 Nisan 2008 Çarşamba

Beady Belle

Tadından yenmez sınıfından tanımladığım gruplardan Beady Belle geçtiğimiz ay Belvedere isimli 4. albümünü piyasaya sürdü. Ghosts, Moderation, Closer, Lose and Win gibi hepsi ayrı güzel şarkıları içeren 3 albümün sonrasında Belvedere bu gruba aşık olmak gerektiğini kanıtlayan bir çalışma. Albümde 9 şarkı var ve abartmadan söylüyorum ki hiçbiri boş değil. Two-Faced, A Touch of Paradise ve Tranquil Flight benim favorilerim, ancak dediğim gibi şarkıların tümü çok iyi.

Beady Belle Belvedere’in piyasaya çıkmasından kısa bir süre sonra Türkiye’ye gelip, geçtiğimiz hafta Roxy’de bir konser verdi. Ben de orada bulunan şanslı azınlıktan biriydim. Konser biraz kısaydı, sahneye neredeyse 2 saat geç çıktılar, ertesi gün işe gitmek gerekti, Carlsberg iğrenç bir bira vb. olumsuzlukların yanında izlediğimiz performans istisnaiydi. Her şeyden önce grubun solisti Beate çok şeker bir hatun, alkışlardan sonra çocuk gibi seviniyor ve sanırım canlı dinlediğim en iyi sese sahip insan. Canlı performansı albümden daha etkileyiciydi desem yalan olmaz. Orkestraya da ayrı bir parantez açmak lazım. Keyboard, gitar, bas ve davuldan oluşan ekip oldukça yetkin müzisyenlerden oluşuyordu. Konserin öncesinde, grup 2 kişiden ibaret olduğu için ikisi gelir de kalanını kayıttan yedirirler diye korkuyordum. Neyse ki capcanlı bir konser oldu, kulaklarımızın pası silindi.

Umarım çok uzun zaman geçmeden, mümkünse bu yaz tekrar gelir buralara Beady Belle. Hepsi ayrı ilgi çekici yaz konserleri için ayırdığım bütçenin bir bölümünü daha onlara harcamaktan imtina etmeyeceğim kesin.

6 Nisan 2008 Pazar

The Darjeeling Limited : Dakika bir gol bir

Film festivali başladı. İlk Cumartesi için son dönemde aşinalık kazanmaya başladığım Kadıköy’ün yolunu tuttum, festival programına baktığımda en çok ilgimi çeken filmi izlemek üzere : The Darjeeling Limited.

2007 yapımı olan filmin yönetmeni Wes Anderson. The Royal Tenenbaums filminin de yönetmeniymiş kendisi, öğrenmiş bulundum.

Anderson’un 2005 yılında çektiği bir kısa film olan Hotel Chevalier ile başladı seans. Kısa filmde alt yazı olmadığı için sinema salonundan (Reks) bir açıklama geldi, “Yönetmenin sürpriziydi, bilmiyorduk” diye kıvırdılar, yerseniz tabii. Zira filmin sonunda eşek kadar The Darjeeling Limited Part One ya da buna benzer bir şey yazıyordu. Film ilerledikçe hikayeler arasındaki bağlantı da olayın sürprizle alakası olmadığını gösterir nitelikteydi. Demek ki festival görevlileri ellerine gelen filmlerin içinde ne var diye kontrol etme zahmetine girmiyorlarmış, bunu öğrendik. Yönetmenin daha fantastik sürprizleri de olabilirdi, Allah korumuş bizi. Belki de arada kaynadı, bilemiyeceğim.

Hotel Chevalier’de Natalie Portman’ı görmek de gecenin bir başka güzelliğiydi. Özellikle çırılçıplak aynanın yanında oturduğu sahne filmlerden zihne kazınan fotoğraflar veri tabanına eklendi. Bir de otel odasından Paris görüntüleri vardı ki “Şu Frenk şehri ne kadar da güzel” dedirtti bana bir kez daha. Bir yandan da İstanbul’un içine eden zevksiz, plansız, öngörü yoksunu insanları düşünmeden edemedim, bu şehri piç edenleri kibarca andım.

Filmin hikayesini anlatmak niyetinde değilim, meraklısı arayıp bulur zaten, muhtemelen festivalden sonra gösterime de girecektir. Ancak oyuncu kadrosunun son derece sağlam olduğunu belirtmek gerekiyor. Adrien Brody, Owen Wilson, Jason Schwartzman hatta yan rollerden birinde Bill Murray.

Filmin müzikleri de en az film kadar etkileyici. Bilhassa Peter Sarstedt’in Fransız aksanıyla söylediği Where Do You Go To My Lovely ve The Kinks grubuna ait This Time Tomorrow bu aralar şarkı listemde sık sık yer alacak gibi gözüküyor. Yazıyı yazarken de bir yandan filmin soundtrack’i çalıyor bilgisayarımda. Pazar sabahı açık müzik mağazası bulmak zor oldu tabii, çok azimliydim.(Yine yerseniz.)

Velhasıl kelam festival başlangıcı için harika bir filmdi The Darjeeling Limited. Şiddetle tavsiye edilir.