5 Aralık 2007 Çarşamba

Yabancı Olmak

Dünya üzerindeki en kabul görmüş ayrımcılık yerli ve yabancı kelimelerinin ekseninde dönendir. Bir ülkenin, hatta aynı ülkede başka bir şehrin diline, kültürüne, alışkanlıklarına, kısaca oradaki hayatın akışına aşina değilseniz, oraya yabancısınızdır. Bu yabancılığın en uç noktalarından birisi de başka bir ülkeye gidip hayatınızı orada sürdürmektir.

Yerli olmak kolaydır. Nerde, ne zaman, ne olacağını iyi kötü bilirsiniz. Bilmeseniz de yoldan geçen herhangi birini çevirip, “hemşerim X’e nasıl gidilir?” demek gayet sıradan bir davranıştır. Dilini hiç bilmediğiniz ya da az bildiğiniz bir ülkede ise, yol sormak bile bir derttir. Siz doğru cümleler kurduğunuzu zannederken, karşınızdakinin sizi net olarak anlamadığını hissedersiniz. Diyelim ki doğru kelimeleri, doğru sıra ile söylediniz. Bu defa da size verilen cevabın başını anlayacağım derken sonunu kaçırabilirsiniz. İlk örneği yaşadığınız zamanla ikincisi arasında azımsanmayacak bir süre vardır. İkinciden bir üst kademeye geçmeniz ise biraz da sizin çabanızla doğru orantılı olarak değişir. O üst kademeye geçtiğinizdeyse saçma salak bir mutluluk hissedersiniz. Epi topu bir mağaza görevlisine baktığınız ürünle alakalı bir şeyler sormuş, onun size verdiği yanıtı tam olarak anlamış ve ona kibarca teşekkür edip hayatınıza devam etmişsinizdir, ama bu size çocukça bir mutluluk verir. Hiçbir zaman oraların yerlisi olamayacağınızı bilseniz dahi yabancılığın renk skalasında daha açık bir tonu tutturmuşsunuzdur artık. Sevinmek hakkınızdır.

Ağızdan çıkan kelimeleri anlamanın ötesinde, yabancı olmanın en zor yanı o kelimelerin oluşturduğu manaların nedenlerini anlamaya çalışmak, çoğu zaman da anlayamamaktır. 12’de dersiniz bitmiştir. Odanıza dönmeden markete uğrayıp yiyecek bir şeyler almak istersiniz. O da ne ? Market kapı duvardır. “Nasıl yani?” diye düşünürsünüz. Sonra kapıdaki tabeladan, marketin öğlenleri 2 saat kapalı olduğunu okursunuz. “Devlet dairesi mi bu yahu, süpermarkette öğle tatili mi olur ?” diye sormak da sinirinizi arttırmak dışında hiç bir fayda getirmez. Koca meydanda günün ortasında sizinle beraber bir ya da iki kişinin olduğunu gördüğünüzde ise “Bu insanlar nereye saklandı böyle?” diye meraklanırsınız. Bir yere saklandıkları yoktur aslında. Onlar küçüklükten beri gördükleri doğrultusunda, kendileri için normal olan hayatı yaşamaktadırlar. Çoğu zaman size aptalca gelse de onların da alışkanlıkları vardır. O meydanda daha fazla durmak istemezsiniz. “Ben yabancıyım” diye bağırırcasına salak salak kapalı mağazaların vitrinlerine bakmak sinir bozucudur. Tıpış tıpış odanıza dönersiniz.

Yabancı olmanın güzel yanları da vardır tabii. Kat boyunca büyük bir çoğunluğu farklı ülkelerden gelmiş ve hepsinin ortak noktası yabancılık olan insanlarla birlikte yaşamak, size büyükçe bir kutuya bırakılan, farklı türlerde yaratıkların davranışlarının gözlendiği bir deneyin kobayı duygusunu verse de, deneyden sizin de payınıza bir şeyler düşer. Dünyanın başka yerlerinde insanlar nasıl yaşar, nasıl düşünür, neleri sever, sizle ortak yanları var mıdır, varsa da ne kadar ortaktır ve bunun gibi daha bir sürü sorunun cevabını bulmanıza yardımcı olur yabancılık. Her ne kadar hepinizin o topraklara yabancı olmak gibi bir özelliği olsa da, bu ortak nokta sizlerin birbirinize de yabancı olduğunuz gerçeğini değiştirmez. Meksikalı bir arkadaşınız odanıza gelip yatağınıza oturduğunda bu size normal gelebilir, aşırı titizliğin manası yoktur. Ama ayakkabısı üzerindeyken bir ayağını diğerinin altına atmasıyla “Hoop, kardeşim ne yapıyorsun, dur!!!” diyesiniz gelir ama diyemezsiniz. Deseniz de anlamayacağını bilirsiniz çünkü. Güler geçersiniz. Ya da girdiğiniz tuvalette su akan herhangi bir nesnenin olmaması sizi şaşırtmamaya başlar bir süre sonra. Siz yanınızda pet şişe ya da ıslak mendil bulundurarak önlem almışsınızdır zaten, ama farklılıkları algılamayı, kabullenmeyi de öğrenmişsinizdir artık. Belki daha önce de bunu zaten bildiğinizi düşünürsünüz. Yaşadıklarınızsa düşündüğünüz kadar bilmediğinizi ama öğrenebileceğinizi göstermiştir size. Hayat hakikaten de ömür boyu süren bir okul gibidir.

Eninde sonunda yaşam biraz da alışkanlıklarımızdan ibaret. Küçük bir çocukken bize öğretilenler, onları “normal” olarak algılamamızı sağlıyor, ama dünyanın her yerinde aynı şeyleri öğretmiyorlar. Bu öğreti farklılıkları da kültür denilen kavramı hayatımıza sokuyor. “Yerli” ya da “yabancı” olmak da bonus. Öğrendikçe zenginleşiyoruz..

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Dünya ya ilk geldiğinde başlamıyor mu yabancılık. Evin, okulun, işin, eşin... Dediğin gibi yerli olmak her zaman belirsiz bir huzur veriyor insanın yüreğine. Zaten hayat boyunca insan yerli olmak için koşuşturuyor. Dünya o kadar büyük ki, ne kadar yerli olabilirsen o kadar mutlu oluyorsun. Tıpkı senin hissettiklerin gibi. Ama birgün tekrar döndüğünde aynı yere, aynı dili, aynı keyfi paylaşır olduğunda sende o mutluluğu hissedeceksin. Çünkü orasıda senden olmuştur, sende oralı. Bu İstanbul'da olabilir, Paris'te... Yabancı olmak belki biraz panikletiyor insanı ama çok sürmüyor bir yere, bir insana alışmak. Eğer birazda kabiliyetin varsa, yerlerde, insanlarda seni çoktan kabulleniyor, bir kedi bile. Yine de kendimi en yerli hissettiğim yer doğduğum yer, sevdiklerimin, ailemin yanı, annemin kucağı, dünyanın en büyük huzuru. Yazılarını takip etmekten çok keyif alıyorum. İyi ki varsın güzel dostum. Adieu.