13 Aralık 2007 Perşembe

Running Dinner

14 Kasım gecesi Fransa’da yaşadığım en güzel gecelerden biriydi. Buradakilerin Running Dinner diye adlandırdıkları ilginç bir etkinlikti geceyi güzelleştiren. Uluslararası öğrencilerden oluşan 3 ya da 4 kişilik gruplar daha önceden belirlenen bir sırayla 3 ayrı Fransız öğrenci evini ziyaret ediyorlar. Uluslararası öğrenciler gittikleri her eve birer şişe içki götürüyorlar. Fransız öğrencilerse gece boyunca evlerine gelen gruplara sırayla aperatif, ana yemek ve tatlı sunuyorlar.

Şili’li komşum Francisco ve Polonya’lı arkadaşım Gregoire’dan oluşan grubumla 19:15 gibi Rouen şehir merkezinde bir araya gelerek yürümeye başladık. İlk evi bulmamız biraz zaman aldı. Aslında evi bulduk ancak içerde insan yaşıyor gibi gözükmüyordu. Meğerse kapının ardında genişçe bir bahçe varmış. Eski, tipik bir Fransız evi olduğunu söyledi bizi karşılayan Oliver. İçeri girdiğimizde yiyecek namına, bir köşede duran patetes cipsi haricinde bir şey yoktu. Oliver dışındakiler de henüz gelmemişti. Biraz sohbet, muhabbet derken diğerleri de birer birer geldiler. Yarı Fransızca yarı İngilizce sohbet devam ederken bir yandan da aperatif olarak hazırladıkları salatayı yiyip, beyaz ve pembe şaraplarımızı yudumladık. Pembe şarabı denemek açısından iyi oldu, zira bir şişe kendim satın alıp, bir yudumdan sonra çöpe yollasaydım üzülürdüm. Kırmızı ve beyaz kesinlikle çok daha iyi, en azından benim için. Balzamik soslu ve fıstıklı salata da gayet lezzetliydi. Yemeğin ortasında sırayı şaşırıp tatlı için gelecekleri eve, ana yemek için gelen İspanyol kızlar da ortalığı şenlendirdiler. Vakit hızla geçmişti ve ana yemek için gideceğimiz ev 15 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Vedalaşıp yola koyulduk.

Bir sonraki durağımızda bizi 3 güzel Parisien karşıladı. (Paris’te yaşayanlar kendilerini böyle tanımlıyorlar. Bizdeki eski İstanbul’lu gibi bir şey.) Burada sohbet ağırlıklı olarak Fransızca’ydı. Bu durum özellikle Gregoire’ı biraz kassa da konuştukça (biraz da şarabın etkisiyle) açıldık. 1 saatten fazla kaldığımız evde fırınlanmış patates, jambon ve fransız peynirinden oluşan güzel bir yemek yedik. İlk başta “Hayda nasıl yiyeceğim bu peynirli şeyi şimdi ” desem de, diğer bir çok Fransız yemeği gibi hazırlanması pratik bu karışım gayet lezzetliydi. Evin dekorasyonu da oldukça hoştu. Bizim evlerle karşılaştırınca evcik demek daha doğru olur ama bir öğrenci için son derece ideal bir yaşam alanı. İşin ilginci binalar dışarıdan çok eski, hatta harabe gibi gözüküyorlar. Ancak içlerine girince dışıyla 180 derece zıt evlerle karşılaşıyorsunuz. Gittiğimiz 3 evin de ortak yanı buydu.

Son durağımız ise 1 kız ve 2 erkek öğrenci tarafından karşılandığımız, diğerlerinden biraz daha büyükçe bir evdi. Birçok Fransız’ın aksine gayet iyi bir İngilizce’ye sahip Robin ile ortak yanımızın Fransız peynirlerinin kokusundan haz etmemek olduğunu keşfettik.. Bu yüzden kendisinin yarı Fransız olduğunu söyledi . Bir Fransız’ın 3 önemli karakteristiğini şarap, peynir ve kahveye olan düşkünlüğü olarak tanımlayan Robin’le Türk kahvaltı ve yemek kültürünün zenginliğinden de bahsettikten sonra, isminin Creme Anglais (İngiliz kreması) olduğunu söyledikleri tatlılarımızı yedik. Geceye noktalayı ise yine birer bardak şarapla koyduk. Fransa’da öğrendiğim şeylerden birisi de su bardağında şarap içmekten keyif almak oldu. Keyfine düşkün bir insan olarak ille de kadeh derdim, artık su bardağından şarap içmek kimi zaman daha keyifli geliyor.

Son olarak bizim gibi ev ev dolaşan yabancı öğrencilerle, evlerinde bizleri ağırlayan Fransız öğrenciler bir barda toplanıp eğlendiler. İşin içine kendimi katmıyorum zira günün yorgunluğu üzerime çökmüştü ve sigara dumanı altındaki tıklım tıkış gürültülü ortam pek de cazip gelmemişti. Bir grup Japon arkadaşla beraber gece otobüsünün yolunu tuttuk. Yol boyunca Çinli kızlarla her zamanki klasik Türkiye muhabbetini yaptıktan sonra gayet keyifli bir şekilde odama döndüm.

Tek üzüldüğüm, biraz da içten içe kendime kızdığım nokta ise bu güzel geceye dair bir anının olmayışı. Zira odadan çıkmadan fotoğraf makinemi almaya üşendim, “bir de onun için çanta mı taşıyacağım şimdi” dedim. Keşke demeseymişim, Running Dinner’ın bu kadar hoşuma gideceğini nerden bilebilirdim...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Yavrucuğum, senin amacın heralde girdabına kapıldığımız şu İstanbul koşuşturmasında, tek keyfimiz İstanbul'un kokusu, dokusu, rengi dedikleri ama yürümeye bile korktuğun o güzelim İstiklal Caddesi'ni dolaşmakken, bizi çatlatıp Running Dinner'lar, Parisien'ler, Çinli, İspanyol arkadaşlarla çatlatmak galiba. Tamam yaşarsın ama bu kadar da güzel mi anlatırsın. Bizi neden düşünmezsin, artık bir Paris turu değil ayrıca güzel bir şarap ve peynir partisi borcunda oldu. Öpüldün. Severek takibindeyim.

Mehmet N. CAN dedi ki...

Sanırım en sıkı takipçim sensin :D

Paris'e gel sen, ya da artık başka bir zaman beraber gidelim, sana şarap da içireceğim, peynir de yedireceğim. İçmem deyip artistlik yaparsan da sana şu dizeleri armağan ediyorum : )

Ey zahit saraba eyle ihtiram
İnsan ol cihanda bu dunya fani
Ehline helaldir na ehle haram
Biz iceriz bize yoktur vebali